Emredersiniz. Oturacağız tabii. Oturacağız ve önümüzdeki kırk beş dakika boyunca hiçbir halta yaramayan o lüzumsuz mekanik müfredatınızı defterlerimize geçirmekle uğraşacağız. Sırt çantalarımıza tıka basa doldurduğunuz ders kitaplarını taşıyıp duracağız haftanın beş günü. Ve hangi derslere yatkın olduğumuz, hangilerindense köşe bucak kaçtığımız önemsenmeksizin hatmettirilecek bize o altı çizili önemsiz cümleler bütünü.
Öğrencilerinizi ilgi alanlarına yönlendirmek ve onlara bu alanlarda meslek kazandırmak gibi büyük bir dertten kurtulmak için yüz binlerin ve artık milyonların telef olduğu, eşi benzeri görülmemiş saçmalıkta bir sınav sistemi geliştireceksiniz. Ve kim bilir kaç Chopin, kaç Monet, kaç Michelangelo sizlerin yüzünden muhasebe müdürlüğü yapacak, bankacı olacak, tekstile atılacak, ticarete bulaşacak. Ve kim bilir bunların kaçı işsiz kalacak, KPSS ile uğraşacak. "Yeteneği olan keşfedilir, sanatçı adam yolunu bulur" demeyin öğretmenim. Ne mühendislerin, ne mimarların, ne doktorların isteyip de alamadığı kızlara aşık olduğu için kova kova ter döken milyonların olduğu bir ülkede, adam yerine konmanın çerçevelik diplomalardan geçtiği bir ülkede, "entel dantel" işlere merak salan çocukların "odana gidip ders çalış serseri herif" emir cümlelerine boyun eğmek durumunda kaldığı bir ülkede; hele de bir el uzatan, bir imkan tanıyan, bir destek çıkan yokken, kaçımız aradan sıyrılabiliriz öğretmenim ? Biraz kafa yorun da vergilerimize değsin.
Bize tarih dersi vereceksiniz önümüzdeki kırk beş dakika boyunca. Ağzına kadar savaşla, asıp kesmeyle, denize dökmeyle dolu tarih kitaplarınızdan öğreneceğimiz yegane şey dünya tarihinde kimlerin nice entrikalara meze olduğu, nice ihanetlere göğüs gerdiği olacak. Tarihinizde kardeşlik, birliktelik olmayacak mı öğretmenim ? Hiç mi beyaz bayrak göremeyeceğiz o sayfalarda ?
Bize din kültürü ve ahlak bilgisinden bahsedeceksiniz kırk beş dakika boyunca. İslamiyetin en makbul din olduğunu, kutsal kitabımızın tek kelimesi değiştirilmeksizin günümüze dek geldiğini, Müslümanlığın en akılcı, en hoşgörülü inanç olduğunu tekrarlayıp duracaksınız ve öğretmen kutsaldır ya, tanrının merhametine sığınıp not vereceksiniz bize ezberlettiğiniz ayetlerden, surelerden. "Ve ahlak bilgisi" diye eklemişsiniz yanına. Burada bulunma sebebimiz bunu öğrenmek olduğuna göre pek de ahlaklı sayılmayız değil mi öğretmenim ? Hangi ahlakın nesinin, ne şekilde öğrenilebileceğini yıllar sonra bile anlayamayacağız sanırım.
Bize vatandaşlık dersi vereceksiniz şimdi. Karşılık beklemeksizin vergi vermenin, temsil edilmeyeceğimizi bile bile, değil oyumuzu günahımızı bile alamayacak partilere oy atmanın bir vatandaşlık görevi olduğunu öğreneceğiz önümüzdeki kırk beş dakika boyunca. Mesele karşıdan karşıya geçen yaşlıya yardım etmek, yerdeki cüzdanı sahibine iletmek falan değil, haksız mıyım öğretmenim ?
Bize milli güvenlik dersi vereceksiniz şimdi de. Rütbelerinizi öğretecek, kimlere itaat edeceğimizi ve kimlerden itaat bekleyeceğimizi anlatacak, hangi komutanlığın nelerle yükümlü olduğunu gösterecek, olağanüstü hallerde nelere uymamız gerektiğini söyleyeceksiniz bize. Öyle ya, elli yıldır "bölündük, bölünüyoruz" paranoyalarıyla beslediğiniz bir halkın çocuklarına lazımdı bir emekli albaydan tüm bunları öğrenmek.
Siz kutsal değilsiniz öğretmenim. İyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı, güzel ve çirkini birbirinden ayırabiliyorsak eğer, kutsal olmadığınızdan emin olabilirsiniz. "Senin derdin bizimle mi, sistemle mi" diye de sormayın öğretmenim. Nefersiniz sizler; aynı sistemde eğitilip, eğilip, öğütüldünüz. Derdimiz hepinizle, on yıllardır.
Biz gırtlağımıza kadar başarısızlık korkusuyla doldurulmak istemiyoruz, biz mesleğimiz ve geleceğimiz adına kaygılanmak istemiyoruz, biz her sınav kağıdına kaderimizi yazmak istemiyoruz, nazarınızda başarı elde edebilmek için onurumuzdan nereye kadar ödün verebileceğimizi düşünmek istemiyoruz. Biz tarih sayfalarından ihanetin kronolojisini değil, barışın aydınlığını okumak istiyoruz. Biz tüm dinleri ve tüm inançları ve tüm mezhepleri ve tüm gelenekleri de tanımak, hepsinin tanrı nezdinde eşit olduğunu bilmek istiyoruz. Biz kendi ahlakımızı kendimiz oluşturmak istiyoruz, biz vatandaşlık haklarımızı bilmek istiyoruz ve biz milli savunmayı değil, evrensel sevişmeyi öğrenmek istiyoruz.
Şimdi öğretmenim, başlayabilirsiniz.
Okan Yılmaz
(alıntıdır)
Doğan Cüceloğlu' nun eğitimdeki katılımcılarla aralarındaki konuşma:
Ben: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
Katılımcılardan Biri: Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarı ile yok.
B: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz? Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar:
K: Ölüm.
B: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Diğer hiç biri insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi? Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır. Şu şekilde devam ederim:
Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
K:Hayır
B:Şu saniye içinde olma olasılığı var mı?
K:Var.
B:Yarın?
K:Evet.
B: 30 yıl sonra?
K: Olabilir.
B: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini bili yor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz? Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle hiç bakmamışlardır. Sözümü sürdürürüm:
B: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir garanti?
K: Yoktur hocam.
B: Peki nereden biliyoruz, az sonra telefonumuzun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini? Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar.
K: Hocam konuyu değiştirsek?
B: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?
K: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.
B: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma ya da gerginlik konusu yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona "yüreğinizin taa derininden gelen bir "seni gerçekten çok seviyorum" demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı? Burada bazı katılımcıların ağladığı olur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.
B: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim?" diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?
Bugün 11 ziyaretçi (16 klik) kişi burdaydı!
MUTLULUK Kimi istersen onu seç ama önce kendini seç ! Kendin için yaşa, kendin için sev, kendin için aşık ol. kendini beğen ve kendini dinle her zaman. Ancak o zaman bulabilirsin mutluluğun formülünü.. Düşün ki çok seviyorsun dans etmeyi. Ruhunu doyuruyorsun ve hayatının vazgeçilmezleri arasında. Öyleyse dans et, durma. kimsenin seni engellemesine izin verme. Sırf başkaları mutlu olacak diye oturma sandalyeye. Kalk ve ilerle pistin ortasına, sonra yorulana dek dans et. "Ne derler" diye düşünme. Bırak konuşsunlar.. Sen mutlu olacaksın ya gerisinin önemi yok! Kendini yollara mı vurmak istiyorsun? Bin ilk otobüse, nereye gittigine bile bakma, çık yola, ; Bir haber ver yeter. Nereye gittiğini soranlara ; "Kendime gidiyorum" de.. Kes dünyayla iletişimini, n'olur ki? Bir mola yerinde pilav üstü kuru yerken alacağın tadı düşün. Kayboluşlar insana kendini buldurur bazen. Geride kalanları unutma elbette, ama ; onlar da beklemeyi bilsinler.. Çok mu beğendin vitrindeki giysiyi? Al o zaman. Çok mini, çok frapan, çok renkli mi diyecekler? Bırak desinler. Sen kendine yakıştırıyorsun ya.. Bu yeter. "Bu da nereden çıktı diyenlere "kendim için, kendime aldım" deyiver gitsin.. Korkma iç bu gece. Sarhoş olmak istiyorsan ol. bul şişelerin dibini. Kim kötü düşünürse düşünsün. İç ve başla şarkı söylemeye. Bağıra, çağıra söyle hem de. Sen egleniyorsun ya ... Kendi besteni kendin yap, kendi sözünü kendin yaz söyle. "Bu şarkı da nereden çıktı " diyenlere "kendime yazdım"de. "kendim için söylüyorum"de.. Ne yaparsan, kendin için yap, kendini eğlendir önce. Sen mutlu ol ki; senin mutlulugun başkalarını da mutlu etsin. Mutsuzken, kimseyi mutlu edemezsin unutma! Ve sakın herkesi birden mutlu etmeye çalışma. Çünkü olmazlar... SEN MUTLUYSAN BU HERKESE YETER....!!!